Seçildiği günden bu yana aldığı dengesiz kararlarla züccaciye mağazasına girmiş fil gibi davranan ABD Başkanı Donald Trump, düzenlediği basın toplantısıyla, BM Güvenlik Konseyi'nin 1980 yılında İsrail'in Doğu Kudüs'ü ilhak ederek başkent ilan etmesini geçersiz sayan 478 sayılı kararına rağmen, "Kudüs'ü resmen İsrail'in başkenti olarak tanıma zamanı geldi." ifadesini kullanarak ayrıca Dışişleri Bakanlığına, ülkesinin Tel Aviv'deki büyükelçiliğinin Kudüs'e taşınması için hazırlıklara başlaması talimatı verdiğini açıkladı.
İç politikadaki kuşatılmışlığı ve hatta belki de azil sürecini Evangelist’lerin desteğini alarak aşmak isteyen Trump’un yaptığının Ortadoğu’daki yangının üzerine benzin dökmek olduğunu söylemeye gerek yok.
Bu karar tabuta çakılan son çividir.
Genel kişilik özelliklerine bakıldığında böylesine utanç verici bir kararın Trump tarafından alınması sürpriz değil.
Ancak Trump’un bu kararı alırken Suudi Arabistan, Mısır ve BAE Yönetimleri ile istişarelerde bulunduğu ve onların desteğini alarak yola çıktığına da kuşku yok.
Birdenbire alevlenen ABD Suudi aşkı, İsrail Suudi aşkına evrilirken Suudi Yönetiminin birkaç önce tedavüle soktuğu “ılımlı islam” la kastetmeye çalıştığı tam da bu idi.
Karara duyulan tepkilerin umulandan ağır olması üzerine postu kurtarmaya çalışan Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz, Trump'la yaptığı telefon görüşmesinde, ABD'nin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıma girişiminin, barış müzakerelerine zarar vereceği ve bölgede gerginliği tırmandıracağı uyarısında bulundu.
Bulundu da ne oldu?
Trump; “Affedersiniz kardeş ben de gerginlik istemem” diyerek geri adım mı attı?..
Kim takar Selman’ı..
Nasıl olsa yolsuzluk soruşturması bahanesiyle otele hapsettiği prenslerden serbest kalma karşılığında milyonlarca dolar ek gelir de elde etti.
Bastırır parayı, alır ABD’den silahı, bir de üstüne kılıç dansı yaparak, kurtarır paçayı..
Kral Selman, Kudüs'ün konumu itibarıyla ve Mescid-i Aksa'nın Müslümanların ilk kıblesi olmasından dolayı böylesi tehlikeli bir adımın dünyadaki tüm Müslüman halkları tahrik edeceğini de vurgulamış.
Kral bugün yarın tahtını; çevresini temizlediği veliahda bırakacak..
Nasıl olsa damadı bütün işlerini veliaht Prens Muhammet bir Selman’la yürütüyor.
Damadın her isteğini de veliaht emir telakki ediyor.
ABD ile flört ederken bunların olacağını düşünmemiş iseler bu basiretsizliktir.
Düşündükleri halde ABD ile flörte devam etti iseler bu İslam’a yapılabilecek en büyük ihanettir.
Trump’un damadı ve Danışmanı olan Jared Kushner ile seviyeli bir ilişki içinde olan ve dünyayı birlikte yönetme hırsı ile kolay gaza gelen Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın, ABD’nin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak kabul etmesinde etkili olan “İsrail’le ilişkileri iyileştirme politikası” sistematik olarak meşrulaştırılarak alıştırılmaya çalışıldı.
Mesela; Yazar ve ekonomik analist Hamza Muhammed el-Salim: “İsrail ile barış sağlandığında, o ülke Suudi Arabistan’ın ilk turist durağı olacak” derken, Suud el-Fawzan: bir adın daha ileri giderek; “Yahudilerin savunucusu değilim ama bana bir Suudi öldürmüş tek bir Yahudi söyleyin ve ben de size kendi vatandaşlarını öldüren binlerce Suudi söyleyeyim” diyebiliyordu.
En utanç verici olanı ise Muhammed el-Şeyk’in: “Filistin meselesi bizim meselemiz değil” sözleri idi.
İsrail zulmü altında inim inim inleyen Filistinli kardeşlerimizin meselesi bizim -yani Müslümanların- meselesi değilse nedir bizim meselemiz?
Bu nasıl bir vicdansızlıktır?
Bu nasıl bir Müslümanlıktır?..
Müslümanların bu kadar ağır ihanetleri yanında inancının ve karakterinin gereğini yapan Trump’a söylenecek söz kalmıyor.
Oysa bu utanç verici karardan sonra İsrail Dışişleri Bakanlığında bir süre genel müdürlük görevini yürüten eski üst düzey diplomat Uri Savir, ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs'ü "İsrail'in başkenti" olarak tanıma kararının Washington'un gücüne rağmen İsrail'in Kudüs konusundaki konumunu zayıflattığını söylüyor.
Bununla da kalmıyor; "Kararın etkileyici bir gücü olmayacak. Aksine biz, barış sürecinde ara bulucu sıfatıyla Washington'u kaybettik. Çünkü bu kararının ardından ABD yönetimine şeffaf bir ara bulucu olarak bakılmayacak." diyor..
Bir tarafta ilk kıblelerine uzanan namahrem ellere ses çıkartmayan Müslümanlar, diğer yanda bu karara sevinemeyen Yahudiler.
Sizce bu işte bir terslik yok mu?..
Öylesine büyük bir terslik ve aymazlık var ki Bahreyn Kralı Halife, ülkesinden bir heyeti “barış ve hoşgörü” mesajı vermek amacıyla İsrail’e gönderiyor. BAE’nin postacısı Bahreyn, daha önceki ihanetlerine ek olarak İslam coğrafyasını ve Filistin direnişini bir kez daha sırtından bıçaklıyor.
İsrail’in Kanal2 televizyonunun haberine göre, ihanet ziyaretinde, aralarında din adamlarının da bulunduğu “This is Bahrain” adlı heyet, Kral Halife’nin talimatıyla İsrailli yetkililerle görüşmek üzere başkent Tel-Aviv’e geldi.
Bilindiği gibi Bahreyn daha önce de İsrail ile ilişkilerin en üst düzeyde geliştirilmesini savunmuştu.
Yine İsrailli kaynaklara göre, Bahreyn Kralı Halife, Eylül ayında ABD’ye düzenlediği seyahatte Los Angeles kentinde Yahudi merkezi tarafından düzenlenen “Yahudi soykırımını” anma törenine katılmıştı. Törende konuşma yapan Kral Halife, Arapların İsrail karşıtlığını kınayarak, İsrail vatandaşlarının ülkesini ziyaret edebileceğini söylediği belirtilmişti.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu geçtiğimiz aylarda yaptığı açıklamada, “Ilımlı Arap ülkeleri ile ilişkilerimizde yaşanan gelişme benzeri görülmemiş bir durumda” demişti. Netanyahu, “Arap ülkeleri ile iş birliğimizin boyutu henüz tespit edilmemiştir ancak her zamankinden çok daha büyük. Bu büyük değişim, Filistinlilere rağmen devam ediyor” ifadelerini kullanmıştı.
Arakan’lı Somali’li Müslümanlar açlıktan ölürken, DW Türkçe’nin aktarımıyla Wall Street Journal Gazetesinin haberine göre; Leonardo Da Vinci’nin “Salvator Mundi” adlı tablosunun Suudi Arabistan veliaht Prensi Muhammet Bin Salman tarafından bir komisyoncu aracılığı ile 450 milyon 300 bin dolara satın alınması Suudi yönetiminin sadece Filistinliler değil genel olarak Müslümanlarla ilgili bir dertlerinin olmadığını gösteriyor.
Onların derdi saltanatlarının devam etmesi..
Onlar için Müslümanlık; hac ve umre ibadetleri ile elde edilen ballı gelirin kaynağı.
O ballı paraların nasıl pervasızca ABD’den alınan silahlara ve tablolara harcandığını görüyoruz.
İşte bu yüzden bütün yük; her zaman mazlumun ve masumun yanında yer alan Türkiye’nin omuzlarına biniyor.
İslam ülkelerinin; Suudi Arabistan, Mısır ve BAE’den ibaret olmadığını bildiğimiz gibi Trump’un kararına sadece İslam ülkelerinden değil diğer ülkelerden, dinlerden ve hatta Yahudilerden de ciddi tepkiler geldiğini biliyoruz.
Diplomasinin tüm kanalları kullanılarak başlatılacak girişimlerle bu karara karşı olan herkes bir noktada buluşturulmak suretiyle her türlü meşru ve demokratik uygulama yapılmalıdır.
Keyfiliğe ve zulme karşı çıkan; Müslümanıyla, Hristiyanıyla, Yahudisiyle, inançlısıyla, inançsızıyla, dünyanın sadece ABD ve İsrail’den ve tabii ki beslemelerinden ibaret olmadığı gösterilerek üç semavi dinin de kutsal mekanı olan Kudüs’e ve ilk kıblemize uzanan kirli elleri kırmak mümkündür.
Bu başarılamazsa kirli ellerin Kabe’ye, Mescid-i Nebi’ye uzanacağına kuşku yoktur.
Ve bunun baş sorumluları da ABD ve İsrail ile seviyeli ilişki yaşayan Müslüman ülkelerdir..