Bir ayda 5'nci kez askerlerimizin zehirlenmelerine tanık oluyoruz.
Üstelik bu beş vak’anın dördü Manisa’da gerçekleşmiş.
İlk olarak 21 Mayıs'ta yaşanan zehirlenmede binden fazla asker hastanelik olmuş, bir er de şehid olmuştu.
Önceki gün Manisa'da 3'ü aynı birlik olmak üzere 4'ncü zehirlenme yaşandı. Bir benzer zehirlenme de üç gün önce KKTC'de yaşanmıştı.
Hastaneye kaldırılan 35 askerden birinin durumu hâlâ ciddiyetini koruyor.
Manisa C Başsavcılığı, daha önce ismi 6 kez değişen yemek Firmasının 24 yönetici ve çalışanını gözaltına alarak telefon ve bilgisayarlarına el koydu.
Milli Savunma Bakanlığı da firmanın iş akdini iptal etti.
Önceki zehirlenmelerin gerekçesi olarak “salmonella” bakterisi açıklanmakla birlikte devam eden zehirlenmelere bakıldığında bakteri kaynaklı bir durum olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bakterinin Manisa’da sivil halka bulaşmayıp sadece aynı kışladaki askerlerimize zarar vermesi, işin içinde iş olduğunu göstermiyor mu?..
20/06 tarihli medyada; Kastamonu’da 5’inci Jandarma Eğitim Alay Komutanlığında iftarın ardından bir süre sonrası bir tabura bağlı askerlerde mide bulantısı ve kusma şikayetleri üzerine 38 askerin, gıda zehirlenmesi şüphesiyle revire kaldırıldıkları, burada durumu ciddi olduğu ileri sürülen 6 askerin, Özel Kastamonu Anadolu Hastanesine, 2 askerin de Kastamonu Devlet Hastanesine sevk edilerek tedavi altına alındıkları ve gıda zehirlenmesi şüphesiyle midelerinin yıkandığı haberleri yer aldı.
Manisa, Kıbrıs, Kastamonu diyerek yaygınlaşan zehirlenmeleri tesadüfle açıklamak İstatistiğin taşıyamayacağı ağır bir yük olur.
1047 kişilik ilk zehirlenmeden sonra iki, üç ve dördüncü zehirlenmelere kadar yemek firmasının sözleşmesinin iptal edilmemiş olması düşündürücüdür.
Aynı yerde aynı olay dördüncü kez tekrarlanıyorsa en hafif tabirle bir “kastın” varlığından kuşkulanmaz mısınız?..
Ya çok sayıda evladımız hayatlarını kaybetselerdi?..
Manisa’da bir ay önceki ilk zehirlenme vak’asında şehit olan er Hüsnü Özel’in arkadaşlarıyla yemeklerden şikâyetçi oldukları için 20 gün boyunca çok az yemek yediği, rahatsızlandığı akşam yorgunluk nedeniyle her zamankinden çok daha fazla yemek yediği, yakınları tarafından belirtilmişti.
Sadece etrafımızdaki değil içimizdeki hainlerin de ülkemiz üzerindeki bitmek tükenmek bilmeyen sinsi planları ve yakın geçmişte yaşadığımız alçak darbe/işgal girişimi nedeniyle her zamankinden daha dikkatli ve teyakkuzda olunması gerekirken, yaşanan zehirlenme olaylarından sonra gerekli titizliğin gösterilmediği anlaşılmaktadır.
Sık tekrar eden olaylara (belki de sabotajlara) rağmen bir evladımız dışında can kaybı olmadığı için Allah şükretmek gerekiyor.
Milli Savurma Bakanı Sayın Fikri IŞIK’ın; “Babamın oğlu olsa işini doğru yapmayan, askerimizin sağlığı ile ilgili en küçük ihmali olan herkesten gerekli hesabı sorarım. Bakan olarak bu benim görevimdir, görevimi yapmakta tereddüt etmem” şeklindeki açıklamaları bundan sonrası için umut vericidir.
Medyada konuyla ilgili olarak yer alan iddia ve spekülasyonları sonlandırmanın en etkili yolu soruşturmanın bir an önce tamamlanarak olayın nedeninin ve faillerinin ortaya çıkartılmasıdır.
Bu ülkeye ve milletine zarar vermek için akla gelebilecek her türlü soysuzluğu ve alçaklığı yapıp sonra da masumları oynayan hainlerin varlığı dikkate alındığında belki de toplu katliam amaçlı bu zehirlenmelerin sorumluları/failleri bulunarak, hesabı en ağır bir şekilde sorulmalıdır.
XXX
20.06.2017 tarihli Milliyet Gazetesinde;
“Ankara'da görülen, 7 yıl önce ayrıldığı eşi tarafından üzerine kaynar haldeki çay dökülen, bu nedenle ameliyat olmak zorunda kalan kadının yaşadıklarına ilişkin davadan çıkan karar göre eşini kaynamış çayla yakan adam 14 taksitle 2 bin 200 lira ödeyecek” başlıklı bir haber yer aldı. Haberdeki bilgilere göre; |
“Sanığı sadece 180 gün adli para cezasına mahkum eden bu cezayı, suçun ağır tahrik altında işlendiği ve sanığın mahkemedeki iyi hali nedeniyle iki kez indiren mahkeme, kalan cezayı da 2 bin 240 TL para cezasına dönüştürdü. Mahkeme, bununla da yetinmeyerek, para cezasının birer ay arayla, 14 taksitle ödenmesine hükmetti.
Mağdur kadın karar için, "Şiddet gördüğüm için 8 yıl önce boşandım. Peşimi hiç bırakmadı. Daha önce beni bıçakladı, 1,5 ay yatıp çıktı. Telefonum hakaret ve tehdit mesajlarıyla dolu. Mahkeme ise 7 yıl önce boşandığım adamı 'başkasıyla birlikteyim' diyerek tahrik ettiğim sonucuna vardı. O iddia zaten yalan ama doğru olsa bile yaşamıma nasıl karışabilir. Ameliyat olan oğlumu görmeye gittiğimde üzerime çay ocağından aldığı kaynar çayı döktü. İzleri hala bedenimde duruyor" dedi.
Ankara 8. Asliye Ceza Mahkemesi'nin karara bağladığı dava, 7 yıl önce eşinden şiddet gördüğü için ayrılan V.'nin şikayeti üzerine açıldı. İsmi mahkeme kararıyla, güvenlik gerekçesiyle gizli tutulan kadın, eşinden 2010'da ayrıldı. Evliliği boyunca şiddet gördüğünü, eşinin çalışmadığını ve kendisinden para alamadığında şiddet uyguladığını mahkemeye bildiren kadın, evlilikten olan 3 çocuğunun da bu nedenle olumsuz koşullarda büyüdüğünü belirtti. Mahkeme, bunun üzerine çiftin boşanmasına karar verdi. Ancak boşanmaya rağmen kadının kabusu bitmedi. Eşi, her fırsatta kadını bularak şiddet uygulamaya devam etti. Boşanma sürecinde kadının eşi tarafından bıçaklandığı, eski eşin daha sonra tutuksuz yargılandığı ve sadece 3 ay hapse mahkum edildiği, açık cezaevinde kısa süre yatarak tahliye edildiği ortaya çıktı.
Saldırıya uğradıktan sonra mahkemeden koruma kararı aldıran kadının, isim ve adres bilgileri tüm evraklarda gizlendi.
Kadın, böylece eski eşinden kurtulabileceğini düşündü ancak tehditler devam edince şehir değiştirmek zorunda kaldı. 4 ayrı kentte yeni bir yaşam kurmaya çalışan kadın, tehditlerin sürmesi nedeniyle bugüne kadar tam 27 ayrı uzaklaştırma kararı çıkarttı. Bu kararlar ihlal edilmesine rağmen eski eş hakkında tutuklama vb. bir tedbir ise uygulanmadı.
Kadın, oğlunun ameliyat olması nedeniyle Ankara'ya döndü. 10 Mayıs'ta oğluyla telefonla konuşan ve eski eşinin hastanede olmadığını öğrenen kadın, ziyarete geldi. Ziyaretin ardından hastanenin çay ocağının bulunduğu kısmında telefonla konuşurken, eski eşi arkasından gelerek kadının üzerine iki bardak kaynar çay döktü. Bu sırada kadına, "Seni öldüreceğim o.ç., seni öldürmeyenin a. s." diye tehditler savuran eski eş, hastane güvenliğinin ve burada görevli polislerin gözü önünde olay yerinden ayrıldı.
Olaydan sonra kadının vücudunda 1. derece yanıklar oluştu. Hastane raporuna göre, kadının göğüs bölümünden aşağıya doğru, 20 cm. genişliğinde, 30 cm. uzunluğunda 1. derece yanık meydana gelirken, alnının her iki tarafı, göz kapakları, yanak, alt ve üst dudağı, çene yan bölgelerin de 1. derece yanık tespiti yapıldı. Raporda, yanıkların yüzünden aşağıya doğru sıcak çay dökülmesinden kaynaklandığı da belirtildi. Kadın, yanıklar nedeniyle ameliyat oldu ancak yanık izleri bedeninde kaldı.
Gördüğünüz gibi olay; öncesi de olan sistemli ve ısrarlı bir takip ve taciz sonucu meydana gelmiş
Niyetin kötü olduğu açıkça ortada.
Böyle bir durumda “iyi hal” den söz etmek ödül olmuyor mu?.
Kadını döv, yarala, öldür.
Adını cinnet koy.
Sonra gel mahkemede takım elbise kravat tak, uslu uslu otur.
Al sana iyi hal.
İndir gitsin cezayı.
Adalet bu mudur?.
Mahkeme kararlarına uyulması zorunludur.
Buna itirazımız yok.
Ama uymak zorunda olmak kararın doğru ve adil olduğu anlamına gelmiyor.
Kamu vicdanında karşılık bulmayan böyle bir kararın yanlış olduğunu söylemek boynumuzun borcu.
Caydırıcı olmayan kararlarla kadına karşı şiddeti önleyemeyiz.
Şiddetin bedeli bu kadar ucuz olmamalı.