“Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar.” (Buhari, Tefsir (Rûm), 2) Hadis-i şerifte geçen fıtrat kelimesi, ilk yaratılış sırasında Allah’ın insan tabiatına bahşettiği yaratanını tanıma eğilimi, ruh temizliği vb. olumlu yetenek ve yatkınlıklar anlamındadır. (Hayati Hökelekli, Fıtrat, DİA, İstanbul 1996, XIII, 47) Zira insan ruh ve bedenden müteşekkil bir varlıktır. İnsanın bedenî, fizyolojik ihtiyaçları olduğu gibi manevi ve ruh yönünden de ihtiyaçları vardır. İnsanın ruh yönü, yüce bir varlığa inanmak, ona sığınmak, ondan yardım istemek, ona dua etmek ister. Allah’a iman, insanın ruhunun derinliklerine konulmuş bir cevherdir. İnsan, aklını, iradesini kullanarak o cevheri bulup, çıkarması, kalbiyle doğrulaması gerekir.
İman, güven duygusu içinde tasdik etmek, inanmak, kabul etmek demektir. İmanın yeri, nazargâhi ilahi olan kalptir. İman, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Allah’tan getirdiği kesin olarak bilinen her şeyi doğruluğuna tereddüt etmeden kalben tasdik etmek, dille de zikretmektir. İman, Allah’ın varlığına, birliğine, meleklerin varlığına, kitaplara, peygamberlere, kader ve kazaya, ölümden sonraki ahiret hayatına inanmaktır. İnanç esaslarının bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak, imanda tereddüt, şüphe içerisinde bulunmak olmaz. İman, kalbi sahibi olan Allah’a sadakatle teslim etmektir. Bir gün Resulullah (s.a.s.)’in huzuruna elbisesi beyaz, saçları siyah, orada bulunan hiçbirinin tanımadığı bir surette Cebrail a.s. gelir. “İman nedir?” diye sorar. Resulüllah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna iman etmendir.” (Buhârî, Îmân, 37)
İman, inanan kişinin hayatına birçok anlam katar. İman kişiyi değiştirir. Ömer b. Hattab imandan önce ne idi sonra ne oldu? İmanından hemen önce kız kardeşini ve eniştesini döven, cinayet için yola çıkan Ömer b. Hattab idi. İnanmasıyla birlikte hayatında büyük değişimler oldu. Adaleti, feraseti, yaşantısı tüm müslümanlar için örnek, kıyamete kadar unutulmayacak bir şahsiyet oldu. “İman, yetmiş küsur şubeye ayrılır. En üst derecesi lâ ilâhe illallah sözü, en alt derecesi ise yolda insanlara eziyet veren bir şeyi alıp kenara koymaktır. Hayâ da imandan bir şubedir.” (Buharî, İman, 2) buyuran Allah Resulü (s.a.s.), “La ilâhe illallah Muhammedu’r-resulüllah” diyen bir insanın, yoldaki taşın varlığına dahi dikkat etmesi gerektiğine vurgu yapmıştı. O taş bir insanın düşmesine sebep olabilir. İmanı ise buna razı olmaz. Bana ne diyemez. Alır ve o taşı kenara koyar.
Kâinatta her şey ince ve hassas bir düzen içerisindedir. Bizi ısıtan ve ışıtan güneş her gün saatinde ve yönünde doğmakta ve batmaktadır. Gece gündüz birbirini takip etmekte, ne gece gündüzün ne de gündüz gecenin önüne geçmektedir. Evrendeki milyonlarca yıldız ve gezegen kendi yörüngelerinde hareket etmektedir. 15 milyardır üzerinde yaşadığımız bu Dünya varlığını sürdürmekte, Rabbimizin koyduğu sistemle hareket etmektedir. Bütün bu düzen ve ahenk bir yaratıcının varlığına işaret etmektedir. Evrende bu düzeni yaratan ve idare eden Allah-u Teâlâ’dır. “Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar olsaydı kesinlikle ikisinin de düzeni bozulurdu.” (Enbiya, 21/22) buyuran Rabbimiz bize bu gerçeği hatırlatmıştır. Şayet küçük bir iş yeri veya işletmede iki müdür olsa orada birçok aksaklık olacağı, problemlerin çıkacağı aşikardır. Alemdeki düzen, her şeyi idare eden tek bir yaratıcıya delildir. Her bir insanın parmak uçları ve avuç içindeki çizgilerin farklı olması, parmaklarımızda bize özel kimliğimizin olması yine bir yaratıcının varlığına işarettir. “İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya getiremeyeceğimizi mi sanır? Evet bizim, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter.” (Kıyamet, 75/3-4) Allah (c.c.) parmak ucuna bir kimlik sığdırmış. Eğer insan yüce bir yaratıcının eseri olmasaydı, parmak uçları farklı olmazdı.
Bizleri yaratan, yaşatan bir Yaratıcı var. O’dur varlık sebebimiz. O “ol” der hemencecik oluverir. Bu uçsuz bucaksız evreni yoktan var eden ve onu bir ortağı olmaksızın yöneten, her şeyin sahibi ve maliki Allah (c.c.). Rabbimiz bütün canlıların rızkını verendir. O, yağmur yüklü bulutları gönderir, o bulutlardan inen rahmet damlaları ölü toprağı diriltir. O topraktan yetişen otlar, meyveler, sebzeler canlılar için rızık olur. Rabbimiz her şeyi, görür, işitir, her şeyden haberdardır. O’nun ilmi her şeyi kuşatır. O’nun başlangıcı ve sonu yoktur. Rabbimiz yarattığı varlıklara da benzemez. O’nun varlığı kendindendir. İhlas suresi, Rabbimizi bize ne güzel anlatır: “1- De ki: "O, Allah'tır, bir tektir. 2- Allah Samed'dir. (Her şey O'na muhtaçtır, o, hiçbir şeye muhtaç değildir, varlığı kendindendir.) 3- Ondan çocuk olmamıştır. (Kimsenin babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (kimsenin çocuğu değildir) 4- Hiçbir şey O'na denk ve benzer değildir.” (İhlas, 112/1-4)
İman, bir bütündür, kişinin dünya ve ahiret hayatını, kişisel ve sosyal hayatını etkiler. İman sadece bilgi değil, amel (yaşama) ve hal boyutunu da içine alır, kalitesi ve makbul olması samimiyetledir. İnsanın yaratılışının, varoluşunun gayesi yaratan, yaşatan, değer veren, şah damarından daha yakın Rabbini tanıması ve iman etmesidir. Kurtuluşun mutlak şartı, iman esaslarını eksiksiz, şüpheye mahal bırakmaksızın kabul etmektir. Resul-i Ekrem (s.a.s.) Efendimizin şu hadisi duamız olsun: “Allah’ım! Bize imanı sevdir, kalplerimizi imanla süsle! Bize küfrü, itaatsizliği ve isyanı sevdirme, kerih göster! Bizi doğru yolda olanlardan eyle!” (İbn Hanbel, III/424)